KUREYŞAN OCAĞI WEBSİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
MENÜ  
  Ana Sayfa
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İNANÇ ÖNDERLERİMİZDEN YAZILAR
  CEM VAKFI 2008/2009 HİZMET İÇİ
  SİNEMİLLİ OCAĞI
  KUREYŞAN OCAĞI
  SAKLI SAYFALAR
  DUYURULAR
  BABA MANSUR OCAĞI
  DERVİŞ CEMAL OCAĞI
  ALEVİ BEKTAŞİ DERGAHLARI
  RESİMLER
  LINKLER
  FORUMLAR
  TOP LİSTE
  UYDU VE HARİTA SATFASI
  HAFTALIK CEM MUHABBETİ
  HABERLER
  ON İKİ İMAMLAR
  DEDE VE BABALARIN OCAKLARI
  DEDELER VE BABALAR
  DEYİŞLER,DUAZ-I İMAMLAR,MERSİYELER
  GAZETE YAZILARI
  SEYYİD MUHAMMED OCAĞI
  İMAM ZEYNEL ABİDİN OCAĞI
  EMİROĞULLARI OCAPI
  BATTAL GAZİ OCAĞI
  HÜSEYİN ABDAL OCAĞI
  MUNZUR BABA OCAĞI
  AĞU İÇEN OCAĞI
  SAYAÇ
  ESMAÜL HÜSNA
  KERBELA OLAYI
  DERSİM OLAYI
  SİVAS OLAYI
  DERSİM BİLMECELERİ
  DERSİM ATASÖZLERİ
  DERSİME GELİRSENİZ!...
  SİZDEN GELENLER
  MUNZUR
  DÜZGÜN BABA ZİYARETGAHI
  ALEVİLİK HAKKINDA ANKETLER
  GEMLİK CEM GAZETESİ
  İLETİŞİM
  CEM'DE 12 HİZMET
  ALEVİLİKTE CEM
  HIZIR ORUCU
  12 OCAKLAR / AŞİRETLER
  İLGİNÇ BİLGİLER
  BİR BÜTÜN OLARAK HZ.ALİ
  ALEVİ İNANÇ GERÇEKLİĞİ VE NAMAZ
  MUSAHİPLİK (Yol Kardeşliği)
  SEMAH NEDİR
  DEDELİK NEDİR?
  CEM
  ŞİİLİK
  BEKTAŞİLİK
  ALEVİLİK İSLAMİYET İÇİNDE BİR MEZHEPMİDİR?
  MUHARREM ORUCU
  DÖRT KAPI KIRK MAKAM
  SEYİT RIZA
  DÜZGÜN BABA EFSANESİ
  MUNZUR BABA EFSANESİ
  GELİN PINARI EFSANESİ
  ÇEMİZGEZEK
  HOZAT
  MAZGİRT
  NAZİMİYE
  OVACIK
  PERTEK.
  ABDAL MUSA SULTAN
  PİR GAZETESİ
  DÜŞKÜNLÜK NEDİR?
  ALEVİLİKTE İKRAR VERME
  EHLİBEYT KİMLERDİR?
  ALEVİLER NEDEN TAVŞAN YEMEZLER?
  GADİRİ HUM MESELESİ
  DERVİŞ CEMAL SULTAN
  HZ ALİ'NİN DİVANINDAKİ SÖZLERDEN BAZILARI
  KERAMET
  CEM EVİ
  TASAVVUF BATINİ İSLAM
  CAFERİLİK
  BALIM SULTAN
  VELİ SIFATLI PİR
  ALEVİ BEKTAŞİ FIKRALARI
  CUMA SOHBETLERİ
  HACI BEKTAŞ-İ VELİ
  CEM ÇEŞİTLERİ
  MÜRŞİT-PİR-REHBER İLİŞKİSİ
  BİR CEM TÖRENİNİN AŞAMALARI
  CEM EVLERİNDE YAPILAN ON İKİ HİZMET
  CEM EVİNDEKİ YERLERİN ANLAMLARI
  KOÇGİRİ OLAYI
  ZAKİR MESUT AYDIN'IN KATILACAĞI PROĞRAMLAR
  ABDAL MUSA'YI ANMA TÖRENLERİ
  OYUNLAR
  YOL VE SÜREKLER
  KERBELA
  PİLEMORİ-PÜLÜMÜR KÖYLERİ
  HADİS VE SÜNNET
  SULTAN NEVRUZU BAYRAMI
  İSLAMİYET VE ALEVİLİK
  ALEVİLİĞİN TARİHİ
  PEYGAMBERLER
  PİR NASIL OLMALIDIR
  TALİP NASIL OLMALIDIR
  KERBELA ŞEHİTLERİ
  Büklü Dede Dergahı
SİTE İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİZİ zakir_mesut@hotmail.com ADRESİNE BİLDİRİNİZ...
Bugün 68 ziyaretçikişi burdaydı!
ALEVİLİĞİN TARİHİ

Alevilik; İslam'ı benimseyen, Tanrı'nın birliğine (Tevhid) inanan, Hz.Muhammed'i Peygamber kabul eden, kitabı Kur'an olan, Hz. Muhammed'in Ehlibeyt'ini seven, namazı, niyaz ile bütünleştiren, kıyam, rûku ve secdesi ile ibadetini kendi lisanıyla yapan, ümmet yerine hür insanı, yaratanla yaratılan ayrılığını "Vahdet-i Vücut" ile birleştiren, Tanrı korkusu yerine, sevgisini benimseyen, zahiri (görünen) batınla (görünmeyen), batını zahirle birleştiren, şeriat kapısını aşıp, marifet yolu ile hakikat dünyasına ulaşan, Kur'an'ın şekline değil, özüne inen akıl ve gönlü ile "Seyr-ü süluk" (Ruhsal olgunlaşma) olan bir tasavvuf yoludur.

       Alevilik; Özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, kendi öz diliyle, musikisiyle, semahıyla inancını icra etme biçimine  denir.

       Alevilik; İslamiyet’in Kuran’a dayalı, Hz. Muhammed’in buyruklarına göre İslam’ı evrensel boyutuyla yorumlayıp, yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan büyük bir düşünce akımı ve tasavvuf felsefesiyle hayat bulan bir inanç bütünlüğüne denir.

      Özetlersek, Alevilik: Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan, Hz. İmam Ali’nin adaletinden ayrılmayan, temelinde insan sevgisi bulunan her dine, her mezhebe, her inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk farkı gözetmeyen, eline, diline, beline sahip ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını  gideren, insanları yaşadıkları toplumda  kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, bağnaz kurallara bağlı olmayan ve onu reddeden, İslam dinini  kendi örf ve adetleriyle yorumlayan, aslı doğruluk, kemalı dostluk, cevheri merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuruyla yoğrulmuş, insan-ı kamil ve erdemli insan yaratmayı öngören, korkuyu aşıp sevgi ile Tanrıya yönelen, “Enel-Hak” ile insanın özünde Tanrıyı gören, insanı incitmenin tanrıyı incitme anlamını veren, yaratan ile yaratılan ikiliğinden “varlık birliği”ne varan edep ve ahlakiliği  yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiligin hem de irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karekterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. İmam Ali’den gelen neslin imametini teberra ve tevella ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekli olarak değil, gerçek anlamıyla alğılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batıni özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları “Kırklar Cemi” ile yürüten bir inançtır…

            Kutsal Kelam olan Kur'an'ı Kerim, Tanrı’nın mesajıdır. Tüm âleme seslenir ve tek muhatap olarak da İnsanı tanır; “Yasin –“Ey İnsan" diyerek, insanın rengine, şekline, ırkına bakmadan tümünü  kucaklamış ve bir canlının  bir diğerine üstünlüğünü kabullenmemiştir... İnsan da, “eline, diline, beline” sahip yüksek ahlaklı olmalı ve incinse de incitmemelidir.

             Hiçbir şekilde ırk, renk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın, tüm yaratılmışların aynı kutsal değerde olduğunu, kainatta ki tüm canlıların da Tanrı’nın özünden yaratıldığına inanmanın adıdır.

 

Alevilik, sözlük anlamı olarak; Hazreti Ali'ye intisabı olan kimse anlamındadır. Yani, Hz. İmam Ali'den yana olmak demektir. "Ali- evi" ev halkı anlamındadır. Onun ev halkından olabilmenin yolu da onun değerleriyle süslenmekle olur.

Alevilik; insanları nefsani duygulardan arındırıp Hakk'a ulaştıran vasıtanın adıdır. O vasıta bilinçli kullanılırsa insanları yüceltir, güzellik ve iyiliklere taşır, bilinçsiz kullanılırsa yarar sağlamaz ve zaman kaybı olup kişiyi Hakk katına taşımaz.

İnanç, insanları huzura ulaştırır. Ulaşabilmek için de kişinin bütün sıkıntılarından, üzüntülerinden uzaklaşması gerekmektedir. Gönülde Haktan gayri sevgili kalmamalı ki; Aşıkla maşuk birbirine kavuşabilsin.

        Hz. Mevlana, bedeni ibadet eden, ancak ruhu secde etmeyen harap gönülleri, içsiz cevizlere benzetir. "Kulun ibadetine güzellik katan, ondan alınan zevktir. Çekirdeğin ağaç olması için, çekirdeğin içli olması gerekir.[1] der. İnsan, bedeniyle değil, ruhuyla, aşkla ibadetini yapmalıdır.

           Alevilik, özü ile Yaratanla birleşmenin adıdır. Çünkü, o öz sendedir. Bütün olan özün parçası sensin. Yunus’umuz:

 

Yol odur ki doğru vara. Göz odur ki Hakk’ı göre

Er odur ki alçakta dura. Yüceden bakan göz değil,

deyip,insan  olmanın özetini yapmıştır.

 

           Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli de; "Ara ki bulasın," diyor. Aranmadan bulunmaz, bulunmadan bilinmez, bilinmeden sevilmez, sevilmeden varılmaz, varılmadan da o olunmaz. Kendini bul ki; O'nu da bulasın. Kendini bulmadan onu bulamazsın. Kendini görmeden onu göremezsin. O zaman ara, kendini ara, eksiğini ara, Hakk'ı ara, güzellikleri ara, iyilikleri ara, sevgi ve aşkı ara. Arayarak O olacaksın. Çünkü her şey sendedir. Kainat sende gizlidir. Aradığın sendedir. "Madem ki sen insansın" aranılan sende gizlidir. Kitabı Mübin sensin, sana senden yakın bir şey yoktur. Çünkü, O sana senin şah damarından daha yakındır. Yakın olanı sen niye senden uzaklarda ararsın ki!

Hz. İmam Ali, kendini bilmenin ışığını yüzyıllar öncesinden  yakmıştır:

 

-Derman sende. Fakat senin haberin yok;

Derdin sende fakat sen görmüyorsun

Kendini küçük bir beden sanıyorsun

Oysa ki koskoca alem, dürülmüş içinde senin

Öylesine apaçık, apaydın bir kitapsın ki

Gizli şeyler onun harfleri ile meydana çıkmada,

Dışarıya bir ihtiyacın yok senin

Gönlünde yazılmış yazılar

Her şeyden haber verir sana.”[2]

 

Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli de: "Ara bul" diye buyurmuştur. O zaman ara... ara...ara... Ama, kendinde ara. "Canında bir can var, o canı ara... Beden dağında bir mücevher var, o mücevherin madenini ara... A... yürüyüp giden sufi! Gücün yeterse ara; Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara."[3]

Din araçtır, amaca ulaşmak için araçtır. Amaç ise: Bilmek, bulmak ve insan olmaktır. Yani, "Beşer gelip, bişer (şerden kurtulup kamil insan olmak, pişmek, olgunlaşmaktır) olarak gitmek"tir. Kendi içinde ki dengeyi kurmaktır. O zaman o amaç için aracını iyi kullan.

O araç sendedir. Birlikte ikiliği niçin ararsın ki! "Güneşe delil, yine güneştir. Sana delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme." [4]

 

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır."

Yunus Emre

 

Evet, bizim Yunus da bizlere böyle seslenir. İnsan son derece önemli bir varlıktır. Allah'ın yer yüzünde ki halifesidir. Meleklerin vakıf olamadıkları ilimlere sahip edilmiş ve meleklerin Ademe secdesi emir olunmuştur. 

Yunus, bunu özetlemiş;

 

Ben ay’ımı yerde gördüm

Ne isterim gökyüzünde

Benim yüzüm yerde gerek

Bana rahmet yerden yağar..

 

Hakk'ın insanda tecelli ettiğine inanan ve iman getirip teslim olan kimseye ve yaratılmışlar arasında ayrım yapmamanın adına Alevilik denir.

Zaten dinlerin amacı da, insanları kötülükten çekip iyiliğe, birliğe ve kemale yöneltmek, ebedi hayatın yanında bir zerre hükmünde kalan şu fani ömür içinde iyilik ve gönül huzuruyla yaşamalarını sağlamak, onlara insanlıklarının şerafetini ve insan olarak yaratılmış olmalarının manasını bildirmek değil midir?

ALEVİLİK İSLAM'IN BİR YORUMUDUR

 

     Alevilik adına çok şeyler yazıldı, çok şeyler söylendi. Herkes kendi anladığı ideolojiyi Alevilik sandı. Oysa hakikat tektir, bir konu üzerinde yüzlerce doğru olmaz. Hz. İmam Ali: "Soruya verilen cevap çoğalınca doğru gizli kalır" der. İmam Cafer Sadık hazretleri de: "Önce doğruları görünüz. Zira doğruyu göremezseniz yanlış olanı ondan ayıramazsınız" diye buyurmuştur. Hz. İmam Ali devam eder: "Kendi re'yinle hareket etme; Kendi re'yine uyan, helak olur gider" diye buyuruyor. Yani, sadece kendi aklıyla hareket eden helak olur ve gider diyor. Ve sözlerine devamla: "Kullar bilmedikleri şeylerde duraksalardı ne kafir olurlardı, ne delalete düşerlerdi" Yani, "Bildiklerimizin alimi, bilmediklerimizin cahili" olmasını bilebilseydik, binlerce Alevilik tarifi çıkmaz, doğru olan yerli yerine oturur ve insanların akılları karışıp çelişkiye düşmezlerdi. Yüce Kitabımız da "işi ehillerinin ellerine bırakınız" demesinin kastı da budur. Bakın işin ehli ne diyor:

 

İlim, irfan mürşittir karanlıkları koğar

İnsanları cehalet, gaflet bunaltıp boğar

Gönüllerde parlayan, o saadet güneşi

Şark ile garp'tan değil, gerçek inançtan doğar.

Hacı Bektaş-ı Veli

           

Bunları belirttikten sonra; Alevilik nedir? diye sormak lazımdır.

 

Mezhep"tir.

Hangi mezhep?

“İmam Cafer Sadık" mezhebidir.

Mezhep ise fıkhı nedir?

Fıkhı yoktur. (Genel anlamda ahlaktır)

 

Oysa, her mezhebin bir fıkhı vardır ve o fıkha göre amel edilir. "İmam Cafer Sadık mezhebi" ise şeri düzen ve fıkıh ilimleri ile içtihat eden bir mezhebe yama yapmaya çalışırlar. Diğer mezheplerde içtihat (akıl) kapısı kapalı, Alevilikte ise açıktır. Mezhep, akıl kapısını kapatıp dini dondurmanın ve şekle bağlamanın adıdır. Yaşam her an yeni bir oluştadır ve de dinamiktir. Alevilik, dinin özüne, ruhuna ve nefsi terbiyeye yönelik bir yorumdur. Evet yorum olarak İmam Caferi Sadık'a bağlıdır ama başka mezheplerle bağlılığı ve ilgisi yoktur.

 

Bir Tarikat mıdır?

Tarikattır. (İslam tasavvufunun pratik yönüdür)

Pirimiz Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli de tarikattan bahseder, nedir bu tarikat?

Dört kapı kırk makamdır.

Tarikat kapısı da ruhsal olgunlaşmada yol alınabilecek sadece bir kapıdır, kaynağı da Kur'an dır. "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt (şeriat), gönüller derdine bir şifa (tarikat), inananlara bir kılavuz (marifet), ve bir rahmet (hakikat) geldi[5]" Hadis bilginleri ve Kur'an yorumcuları bu ayeti bu şekil (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) te'vil etmişlerdir. (Buhari, Tırmizi, gibi)

 

Alevilik, mezhep değilse, tarikat’da değilse, öyleyse nedir?

İslam'ın bir yorumudur; Türk kavimlerinin yorumudur. Anadolu'nun İslamlaşmasını sağlayan Hacı Bektaş-ı Veli'nin, Yunus'un, Mevlana'nın, Abdal Musa'nın, Ebul Vefa'nın, Hoca Ahmet Yesevi'nin Kur'an yorumunun adıdır. Tasavvufi açıdan Kur'an'a baktığımız zaman bu eren ve evliyaları görürüz. Mevlana Celalettin Rumi bu yorumun farklılığını ne güzel vermiş. Şöyle ki; "De ki: Rabbimizin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce deniz mutlaka biter. Bir o kadarını daha getirsek bitmez"[6] devamla "Kur'an elli dirhem mürekkeple yazılabilir. Bu Tanrı’nın ilminden bir işaret bir parçadır, ve onun bütün bilgisi bundan ibaret değildir.  Bir attar bir kağıt parçasına ilaç sarsa, sen bütün dükkan bunun içinde der misin! Bu aptallık olur. Nihayet Musa, İsa ve daha başkaları zamanında da Kur'an vardır; Hakk Kelamı mevcuttu fakat Arapça değildir. İşte bunu anlatıyordum. Baktım okuyucuya tesir etmiyor, ben de yakasını bıraktım."[7] Kimdir bu okuyucu? Mevlana aynı yerde okuyucuyu şöyle tasvir ediyor; "Bu okuyucu Kur'an'ı doğru okuyor. Evet! Kur'an suretini doğru okuyor fakat manasından haberi yok. Esasen onun gerçek manası kendisine anlatılmış olsa, kabul etmez yine körü körüne okur. Bunun benzeri: Örneğin, bir adamın elinde kunduz olsa, ona elindekinden daha iyi bir kunduz getirdikleri zaman almak istemezse, kunduzu tanımadığı anlaşılır. Biri bunun ona kunduz olduğunu söylemiş, o da bunu taklit ile eline almıştır. Mesela cevizle oynayan çocuklara ceviz içi veya ceviz yağı verdiğiniz zaman almazlar, çünkü onlara göre ceviz, elinize aldığınız zaman hışır hışır ses çıkarır, halbuki bunların ne sesi, ne de hışırtısı vardır. Tanrı'nın hazineleri ve ilimleri çoktur. Kur'an'ı bilerek okuyorsa diğer kitabını niçin kabul etmiyor? Burada Mevlana'nın bahsettiği "diğer kitap" ne olabilir? Bu soruya birkaç yanıt verilebilir. Bunlardan birincisi Kur'an'ın batın yönüdür. Yani bu her göze açık olmayan yönünün okunmasıdır. İkinci bir anlam ise ayetin işaret demek olduğunu düşünürsek tüm varlıklarıdır. Yani hepsi Tanrı'nın İşaretleri olan tüm varlıkları okumak, yorumlamak, çözümlemek anlamındadır. Üçüncüsü tüm varlıkların özeti olan insanı okumaktır. Alevi düşüncesinde konuşan Kur'an (Kur'an-ı Natık) denilen insanı okumak, insanı anlamaktır. Kur'an-ı Samit (Sessiz Kur'an) de denilen kitap, insanı anlamak için bir kılavuzdur. Yani önünde meleklerin bile secdeye çağrıldığı insanı. Bu yorumun kaynağı da "Ehlibeyt'in Kur'an yorumu"dur ve de doğru olan yorumdur. Çünkü, Ehlibeytin masum ve pak olduğuna Kur'an şehadet etmektedir. Onlar doğru bildiklerini canı pahasına da olsa korumuşlar ve onun için şehadet şerbetini bir- bir içmişlerdir.

Onlar ki;

Doğru İslam’ı anlatıyorlardı.

İçtenlikli İslam’ı anlatıyorlardı.

Allah aşkını…

Allah sevgisini…

İnsana hizmetin değerini…

Kadına saygıyı..

Emeğin kutsallığını…

Bilimin yüceltici önemini…

Anlatıyorlardı…yaşıyorlardı ve canları pahasına bu kutsal değerleri koruyorlardı…[8]

               Emeviler ise doğru olan Ehlibeyt yorumunu değil, kendi işlerine gelen yorumu esas almışlar ve Kur'an’ı, Kur'an olmaktan çıkarmışlardır.

Onlar ki;

İslam'a zulmü ve vahşeti sokan,

İslam'a saltanatı sokan,

Alemlerin dini olan İslam'a ırkçılığı sokup, Arap yarımadasına hapseden, kendi amellerine alet eden,

İslam Peygamberinin Ehlibeytini boğazlayan ve şehit eden onlar değil midir?

 

Eğer bu yorum farklılığı yoksa; Hz.İmam Ali ile, İmam hasan ve İmam Hüseyin'le neyin kavgasını verdiler. İmam Ali hilafet başına geçince şöyle seslenir: "Yaşadığınız İslam, alemlerin rahmetinin vahiy yoluyla getirdiği İslam değil, İslam, İslam olmaktan çıktı ve ben bile tanıyamaz oldum" der. Eğer onlar yani Emeviler İslam'ın doğru yorumunu yapıp yaşadılarsa Hz. İmam Ali'yi ve Ehlibeyti neden şehit ettiler. Ehlibeytin yaşamında haşa bir yanlışlık mı vardı? İşte Türk kavimleri, masum ve pak olan Ehlibeytin Kur'an yorumunu esas almışlar, onlardan yana olmuşlar ve kendi kültürleriyle yoğurarak; kadın- erkek ayrımı yapmadan, kendi musikisi olan sazıyla ve semahıyla, merkeze insan konularak dedelerinin öncülüğünde inançlarını icra etmişlerdir.

Sormak lazımdır? Türk kavimlerinin Kur'an yorum farklılığı nedir? Hepinizin bildiği gibi yüce kitabımız Kur'anda "muhkem" (yoruma açık olmayan) ve "mütaşabih" (yoruma açık olan) ayetler vardır ve mütaşabih ayetler de yoruma açıktır. Açık olduğu için Hz. İmam Ali, Haricileri ikna etmekle görevlendirdiği B. Abbas'a şu öğüdü verir: "Onlarla Kur'an'a dayanarak bahse girişme; çünkü Kur'an birçok yönü olan, türlü yorumlarla yorumlanabilen bir kitaptır; sen söylersin onlar da söylerler; onlara sünnete dayalı delil getir; çünkü ondan kaçmaya yol bulamazlar onlar[9]." Buradaki sünnet, dünyevi bir olaya dünyevi bir örnek vermektir. Alevilik İslam'i bir yorumudur dedik; "Bu yorumu da yaparken kişi kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve yapının algılamada ki rolünü inkar etmek, göz ardı etmek mümkün değildir. Mümkün olmadığı içinde Arap kavimleri kendi içlerinde dahi Kur'an’ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça yani Kur'an-ın indiği bölgenin dışına çıktıkça Maveraünnehir'e geldikçe, İran'a, Anadolu'ya geldikçe farklı yorumlara tabi tutulması olağandı."[10]

Şeyh Bedrettin'in; "Ben, Kur'an-ı herkesin anladığı gibi anlamam" demesinin anlamı bu görüşün tasdikidir. Yani akan ırmaktan herkes kendi kabınca su alacaktır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Kur'an-ın bir "lafzi" (söz, tefekküre muhtaç olmaksızın manasının anlaşıldığı söz) ve bir de "öz" (batın mana) anlamı vardır. Tasavvufçular buna "zahir" (görünen) ve "batın" (görünmeyen) derler. Diğer bir deyimle, gerçeği sadece satırlarda değil, satırlar arasında, yani kelimelerde değil de anlamlarda aramak gereklidir ve gerçeği de budur. Zahir ehli sadece Kur'an’ın lafzi anlamıyla ilgilenmiş ve onun özüne inememiştir. Özden yoksun kaldığı içinde Hacı Bektaş-ı Veli'yi, Mevlana'yı, Yunus'u ve Pir Sultan'ı anlayamamışlardır.

 

Pir sultan Abdal'ım doldum eksildim

Yemeden içmeden sudan kesildim

Hakk'ı çok sevdiğim için asıldım,

Dost senin derdinden ben yana yana.

Pir Sultan Abdal

 

Pir Sultan'ın Hakk sevgisini zahir ehli nasıl anlayabilir ki! Anlasaydı o sultana kıyıp asarlar mıydı? Ne idi o Anadolu'yu bir kırık sazıyla irşat eden eren ve evliyaların İslam anlayışı? Örneklere devam edelim; Kadın meselesi, "Sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer bu durumda adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, bir tek kadınla yetinin”.[11] Lafzi anlamıyla Kur'an-ı anlayan erkek dört kadını alacaktır. Öze inen insan ise adaleti gözeteceğinden tek eşliliği seçecektir. Araplarda çok eşlilik, Türk kavimlerinde tek eşlilik vardır. Arap çöllerinde kadın alınır- satılırken Türk yurtlarında kadın hakanın yanında hatundur. Çünkü, Kur'an insanı insan olarak görür, cinsiyet ayrımına takılmaz öz manada mümin ve münafık vardır. Onun ayrımını gözetir.

Kur'an da "muta" nikahı vardır: "Mehirlerini (bedel) vermek kaydıyla geçici nikah"tan bahseder.[12] Özde nikahlanmayı fazilet, kadın haklarını korumayı adalet sayan "Kur'an-i öz" ile nasıl bağdaştıracağız?

"Üç talak" konusuna gelince, üç talak bir boşama sayılır. Üçüncü boşamadan sonra aynı kadının alınması için onun başkasıyla nikahlanıp ayrılması gerekir. İlk koca ancak ondan sonra o kadınla evlenebilir[13]. Burada sormak gerekir; Kim eşini başkasının nikahına verip sonra da kabullenir? Oysa Kur'an’ın öz mesajı ahlaktır, iffet ve namustur. "Mümin kadınlarının iffet ve zinnetlerini korumalarını"[14] emreden yine Kur'an değil midir? Kadın anadır, cennet onun ayakları altındadır, analık kutsaldır. Kutsal olanı nasıl para ile alınıp satılan varlığa dönüştürürsün! Para ile alınıp satılan bir kadının iffet ve namusunu nasıl koruyacaksınız? Hacı Bektaş-ı Veli: "İslam'ın temeli ahlak,ahlakın özü bilgi, bilginin özü akıldır" der. Öyleyse aklımızla düşünelim; Hz. Muhammed'in çok evliliğini ileri sürenlere, dokuz yaşındaki kızla evlendirenlere ve kırk erkeğin cinsel gücünü verenlere sormazlar mı! nefis boyutunu aşamamış bir insan nasıl peygamber olur? Oysa Kur'an; "Bundan sonra güzellikleri ne kadar hoşuna gitse de evlenmen sana helal olmaz[15]" diye buyurmuşken nasıl olurda nefsin en son aşaması olan "nefsi safiye" makamına ermiş, "Hakk ile Hakk, Nur ile Nur " olmuş ve Kur'an-ın, "Ey nefis! Razı etmiş ve razı edilmiş olarak dön Rabbine"[16] diyen bir nübüvvet makamını anlayamayan insanlar sadece lafzi olarak Kur'an-ı yaşayacaklar ve Allah Resulunu da anlamada da güçlük çekeceklerdir.

Miras olayına gelince: "Kuşkusuz Allah zerre kadar haksızlık etmez"[17] diye buyururken, "çocuklara pay yani, miras hakkına gelince, kızlara bir hisse, erkeklere iki hisseden" Kur'an bahseder. Evladın erkek veya kız ayrımı olur mu? Ayrımını yaparsanız kız evladı sosyal güvenceye nasıl kavuşturabilirsiz? Kur'anın ana amacı; "Kul hakkı"nı koruyup güvenceye kavuşturmak değil midir? Kız evladı kul değil midir? Onun hak gaspını nasıl isteyebilir... Kölelerin bile haklarına saygı duyan Kur'an nasıl olurda bu ayrımcılığı yapar. Haşa İslam ayrım yapan değil, birleştirendir.

İslam son dindir artık din gelmeyeceğine göre alemi kucaklamalıdır. Peygamberi de alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Kur'an da ki "ikrar" olayını, "müsahiplik" olayını anımsatmak isterim. Alevilerin dışında niçin yaşanmıyor? Kur'an da ki ana amaç, insanlık aleminin kardeşliği ve İnsanlığın barış içinde yaşaması değil midir? Bunun içindir ki Hz. İmam Ali müminliğin tarifini şöyle yapmıştır: "Mü'min, insanların ezasına tahammül eden, fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir."

Pir Hacı Bektaş-ı Veli: "İncinsen de incitme"nin altında ki mesaj müminliğin tarifi değil midir?

Kur'an buyurur: "Allah ve Resuluna karşı gelenlerin içinde sürekli cehennem ateşi vardır."[18] Öyleyse İslam'a inanmayanları öldürmek mi gerekir? Yani, "cihat" açmak mı gerekir? Cihat ama neye cihat! Gönül kazanmaya cihat, gönle cihat. Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu'yu irşat ederken gönüllere cihat açarak insanları kansız, kılıçsız irşat etti. O dönemlerde Anadolu da kan akıtıldığına kim şahit olmuştur. Kamil insan gönül kazanmaya cihat der. Çünkü, Tanrıya en yakın yol gönüldür. Cahil ise Kur'an’ın özüne yani Kur'an-ı Yunus gibi okuyamayan da eline silah alır dünyayı kana bular. İnsan öldürmenin adı ne olursa olsun (Ülkenin korunması hariç) adı katilliktir. Oysa Kur'an da adam öldürmenin karşılığı diyet ödemek veya oruç tutmaktır.[19] Bunu nasıl yorumlayacağız veya nasıl yaşayacağız. Öldürmekten maksat kötülüklere cihat, "bed- nefse cihat"tır. "Nefsini bilen Rabbini bilir" (Hadis) Öyleyse içimizde ki nefis denen yezidi öldürmedikçe dışımızda ki yezide lanet okumak insana bir şey kazandırmaz.

        Ben beni bilmez idim, hatır kırardım

Meğer ilmim noksan imiş bilmedim

Ben insandan başka ilah arardım

Meğer ilah insan imiş bilmedim

…………………………………

Daimi’yim benliğime kanardım

Ben beni görmezdim eli kınardım

Kişiyi kendime düşman sanardım

Nefsim bana düşman imiş bilmedim

Daimi

 

Aşığımızın dediği gibi bizim düşmanımız sadece nefsimizdir. Yüce Tanrı'nın mesajı "sevgi"dir. "Yaratılanı yaratandan dolayı sevmektir." Yunus gibi, Mevlana gibi, Pir Sultan gibi sevmektir. Dini sevgiye dönüştürmektir.

 

Adımız miskindir bizim

Düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmayız

Kamu alem birdir bize.

Yunus

 

Kur'an genel anlamda inanmayanları dahi koruma altına alırken nasıl olur da kendisi gibi inanmayanlara zulüm eder. Kur'an; "Dinde zorlama ve tiksindirme yoktur" Aleviliğin İslam anlayışın da; "Cebir, şiddet, kin ve nefret’e yer yoktur,"[20] deyip bu fiiller yasaklanmıştır. Alevilik bir iç dünya olayıdır. Onun için biçime değil, öz'e inmiştir. O öz'de aramıştır. Bilir ki o öze vakıf olmak insanı yaratanla bütünleştirecektir. Mevlana ne güzel der; "Senin hayalin benim gözümdedir. İsmin ağzımda, zikrin kalbimdedir. O halde nereye mektup yazayım?"[21] İşte o öze varamayanlar hayal dünyasında gezinip duracaklardır.

Hz. İmam Ali de o öz'ün ne güzel anlamını yansıtmıştır: "Derman sende, ama senin haberin yok; derdin senden ama sen görmüyorsun/ Kendini küçücük bir beden sanıyorsun; oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin/ Öylesine ap açık, ap aydın bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfleriyle meydana çıkmada/ Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin; gönlünde yazılmış yazılar her şeyden haber verir sana."[22] Alevilik, insanın kendisini tanıması ve bilmesinin adıdır. Her şeyin kendinde gizli olduğunu, tecelli ettiğini, meleklerin secde ettiği ulviyeti anlama olayıdır. Çünkü, "Gerçek insan olmak, her şey olmaktır."[23] Kısaca, özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı'nın insanda tecelli ettiğini, Tanrı'nın zerresinden oluştuğuna ve onun içinde insanın ölümsüzlüğüne inanan inanç biçimine ve bu Kur'an-i yoruma Alevilik denir.

Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli'nin duasını tüm insanlık için niyaz edelim: "Yarabbi! Beni iki cihan hakkında emsalsiz kıl / Fakr tâcı ile beni serfiraz kıl / Taleb yolunda beni mahrem-i râzık kıl ve sana erişemeyen yoldan yüzümü çevir"[24]  diyor, “Hadis ve sünnet”  konusunun üzerinde biraz durmak istiyorum.

 
ELİNE BELİNE DİLİNE SAHİP OL...  
  SEVGİLİ CANLAR '' KUREYŞAN OCAĞI '' DEDELERİ VE TALİPLERİ SİTENİZE SAHİP ÇIKIN...  
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol