HZ. HIZIR
Hızır, “hazır” kelimesinden gelir. Yeşilliği de ifade eder. Hızır’ın oturduğu yerin yeşillendiğinden bahsedilir. Başı dara düşenlerce çağrıldığı her yerde Hızır’ın hazır ve nâzır olduğuna inanılır. Ölümsüzlük Suyu (Ab-ı Hayat) içmiştir. Alevilerde her sene üç gün Hızır Orucu tutulur. Dilekler dilenir. Kurban kesilir. Hızır Orucu’nun dayandığı hadiselerden biri de şöyledir:
Ciğerpare-yi Hz.Hasan’ül Mücteba ve Hz. Hüseyin hastalanmış, yatıyorlardı. Ruh-i Kâinat Efendimiz bunu haber alır almaz, birkaç kişiyle Hz. Şah-ı Velayet’in evine gelerek Hasan ve Hüseyin Efendimizi ateşler içinde görüp kucakladılar. Kucağına alıp göğsüne bastırdılar; gül yüzlerini öpüp kokladıktan sonra, Hz. Ali’ye hitaben, “Eğer bu oğulların alıp sıhhate kavuşmasını istiyorsan onlar için bir nezirde bulun” buyurdular. Bunun üzerine Şah-ı Velayet ve Hz. Fatma, Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin iyileşmesi için üç gün oruç tutmaya niyetlendiler. Cenab-ı Allah’ın izniyle Hasan ve Hüseyin sıhhate kavuştular. Hz. Ali’nin evinde yiyecekleri bulunmadığı için, o gün bir hizmet mukabilinde kazandığı para ile on iki avuç dolusu arpa aldı. Fatümatüz Zehra Anamız bu arpaları el değirmeninde öğütüp un yaptı. Bu unu üç kısma ayırdı. Bir kısmını pişirip beş tane ekmek yaptı ve o akşam yapacakları iftar için ayırdı. O gün akşam tam iftar edecekleri sırada kapı çalındı ve dışarıdan şöyle bir seda geldi: “Ey Muhammed’in ehlibeytleri! Kapınızda miskinlerden bir miskin var. Açım, beni doyurunuz, “Allah da sizleri cennet sofraları ile inam ve itam buyursun.” Hz. Ali, yüzünü Hz. Fatma Anamıza dönerek, “Ey insanların en hayırlısının kızı Fatma! Görüyor, duyuyor musun, kapıda zar eyleyip içini çekerek ah eden miskinin feryadını?” Fatma Zehra Anamız Hz. Ali’ye, “Bu hususta benim için sana karşı en ufak bir muhalefete ve kaş çatmaklığıma en ufak bir ihtimal yoktu” dedi. Bunun üzerine bütün ekmeklerini miskine verdiler. Kendileri su ile iftar edip aç uyudular. İkinci gün Hz. Fatma unun diğer bir kısmını ekmek yaptı. Yine aynı saatte bir yetim gelip, açlığından şikâyet etti, yine ekmeklerini verdiler. Üçüncü gün; unun üçüncü kısmını ekmek yapıp sofraya getiren Fatma Anamız iftar vaktinde hazırlık yapmakta iken kapıya esir geldi, yine ekmeklerini esire vererek kendileri suyla orucunu açtılar ve iftar ettiler.
Dördüncü günü Hz. Ali Efendimiz Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i yanına alarak Hz. Muhammed’in huzuruna geldiler. İki şehzade açlıktan titreşiyorlardı. Hz. Muhammed, torunlarının bu halini görünce “Ya Ali! Bu ne haldir? Beni bundan çok üzen, acı veren bir şey görmedim” dedi. Hasan ve Hüseyin’i elinden tutarak kalktı ve Hz. Ali’nin evine geldiler. Hz. Fatma’yı gözleri çukura batmış fersiz ve takatsiz görünce mübarek kerime-yi celilelerini bu halde görünce teessürleri arttı Bu sırada Şah-ı Velayet’in hane-yi saadetine Cebrail’den selam vererek (hel eta, İnsan Suresi, 7-8) ayetler okudu: “Bunlar adaklarını yerine getirirler. Ve şerri etrafa yayılıp genişledikçe kesb-i vusat eden günün dehşetinden korkarlar, Cenab-ı Hallak-ı âleme olan muhabbet ve bağlılıkları ile onun rızasını temin ve tahsil için miskini, yetimi ve esiri doyururlar.” Bu sure, Hz. Ali’nin şanına inmiştir. Onların kapılarına yetim, yoksul ve esir olarak gelen kimsenin Hz. Hızır olduğu ifade edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Hızır (a.s.)'in isminden açıkça bahsedilmez. Ancak Kehf Sûresi'nin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile ilgili kıssadan "Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul..." (Kehf 65) diye sözü edilen sahsın Hızır (a.s.) olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimizden gelen sahîh hadislerde bu şahsın Hızır olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu rivayetlere göre bir gün Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları arasında konuşurken ona kendisinden daha hikmet ve ilim sahibi kimsenin olup olmadığı sorulmuştu. Hz. Musâ, "Hayır, yoktur!" diye cevap verince Cenâb-ı Hak bir vahiyle Hz. Mûsâ'yâ Mecma’ul-Bahreyn'de (iki denizin kavuştuğu yerde) kullarından salih bir kul olan el-Hadır (Hızır)'in kendisinden daha âlim olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ hizmetinde bulunan genç bir delikanlı ile Hızır'ı bulmak üzere uzun bir yolculuğa çıktı. ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, yolculukta yemek üzere azık olarak yanlarına aldıkları balıklarını unutmuşlardı ve balık bir delikten kayıp denizi boylamıştı. Hz. Mûsâ oradan bir süre uzaklaştıktan sonra yemek için delikanlıdan balığı çıkarmasını istediği zaman, balığın denize dalıp kaybolduğunu fark ettiler. Hz. Mûsâ'nın Hızır'ı bulmasının alâmeti, bu balığın kaybolması olduğundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hızır (a.s.)'i buldular. Bundan sonra Hz. Mûsâ'nın Hızır ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde anlatılan yolculuğu başladı.
Hz. Mûsâ'nin yolculuğunda azık olarak taşıdığı balığın Mecma'ul-Bahreyn'de denize dalıp kaybolması, bu suyun âb-i hayat olduğu, ölüleri bile canlandıran, içenleri ölümsüzleştiren bir hayat iksiri olduğu seklinde izah olunmuş, burada balığın canlanıp denize dalması meselesinde bir peygamberin hayatinin ve Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin söz konusu olduğu unutulmuştur. Buna bağlı olarak, Mecma'ül Bahreyn bölgesinde yasayan birisi olarak Hızır (a.s.)'a da ölümsüzlük abı hayat verilmiştir.
Hızır aleyhisselâma verilen ilmin mahiyetini anlayabilmek için Musa (a.s.) ile olan yolculuğunu Kur'ân-ı Kerîm kısaca söyle anlatır: Hızır (a.s.), yolculukta karşılaşacakları olaylara Musa peygamberin sabredemeyeceğini kendisine hatırlatmış ve O'ndan sabır için söz almıştır (Kehf, 66-70). Önce deniz sahilinde, yolculuk için bir gemiye binmişlerdi. Hızır (a.s.) bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için geri dönmek zorunda kalmıştır. Musa (a.s.) sabredemeyip söyle demiştir: "Gemiyi, yolcularını boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir is yaptın" (Kehf;71). Yolculuğun sonunda, ilk bakışta görünmeyen ve perde arkası bilgi niteliğindeki sebebi Hızır (a.s.) söyle belirtir: "O, deldiğim gemi, denizde çalışan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü gemi yolculuğa devam ederse, ileride her sağlam gemiye el koyan deniz korsanları vardır" (Kehf, 79). Yolculuk sırasında, diğer çocuklarla oynamakta olan bir çocuğu öldürdü. Musa (a.s.): "Kısas olmadan, masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu çok kötü bir iş yaptım, dedi" (Kehf, 74). Küçük çocuğun bu erken yasta vefat ettirilme sebebi Hızır (a.s.) tarafından söyle açıklandı: "Öldürdüğüm erkek çocuğa gelince; onun anne ve babası mümin kimselerdi. ileride onları isyan ve inkâra sürüklemesinden korktuk istedik ki, Rableri bu ölen çocuk yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin" (Kehf,80,81). Burada Cenâbı Hakkın, anne-babanın hayırlı kimseler olması sebebiyle, ileride kendilerini üzecek, büyük sıkıntılara sokacak bir çocuğu erken yasta vefat ettirip, onun yerine daha hayırlı bir evladın verilmesinin, gerçekte o aile için " hayır" olduğuna işaret ediliyor.
Yolculuğun üçüncü merhalesi Kur'an'da söyle anlatılır: "Musa ve salih kul yollarına devam ettiler. Sonunda bir köye varıp, köy halkından yiyecek istediler. Halk ise onları misafir etmek istemedi. Musa ve salih kul, orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler, Salih kul hemen onu doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa, "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın” dedi. “Salih kul söyle dedi: İste bu seninle benim aramızın ayrılması demektir. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana anlatacağım" (Kehf, 77,78). Evi, ücretsiz tamir etmesini salih kul (hızır) söyle açıklar: "Bu ev, şehirde iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında kendilerine ait bir hazine vardı. Bunların babaları salih bir kimseydi. Rabbin, onların rüştlerine erip, hazinelerini bizzat kendilerinin çıkarmalarını istedi. Bu Rabbinden bir rahmettir. Ben bunları kendiliğimden değil, Allah'ın emriyle yaptım. iste, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur" (Kehf 82).
Bu hikmetlerle dolu yolculuktan, insanların günlük hayatta karşılaştıkları birtakım olayların, bazen büyük felaketlerin bir görünen yüzünün bir de asil perde arkasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.s.), Hızır (a.s.)'in ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculuğu sırasındaki bir konuşmayı söyle nakleder: "Bir serçe, denizden gagasıyla su alıp, gemiye konmuştu. Hızır (a.s.) bunu Hz. Musa'ya göstererek söyle dedi: Allâh'ın ilmi yanında, benim ve senin ilmin, su serçenin denizden eksilttiği su kadar bir şeydir" diye ifade etmiştir. Hızır a.s ve Hz. Musa a.s. yolculuğu bizler çok güzel bir örnek teşkil etmiştir. Bu kıssa çok kişiler tarafından yorumlanmıştır. Önümüzdeki hafta yine bu konuyu işleyeceğiz ve manalarına değineceğiz. Hepinize aşk-ı niyaz ediyorum sevgilerimi sunuyorum.
kaynak bknz:ALİ YÜCE(DEDE)Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı